Dün akşam gün batımı, hiç görmediğim bir güzellikteydi.Pembe, turuncu bir buğu vardı gökte.Hele maavunaların geçtiği Seine üzerinde gök öyle bir göründü ki, Grenelle köprüsünde ürperdim.Tramvayda baktım; kimse ama hiç kimse görmüyor bu güzelliği.Farkında olan, kendinden geçen, tedirgin olan bir yüz yok...Ama diye düşündüm, güzelliği bulmak için yolculuğa kalkar, uzaklara giderler.Güzelliği bile satın almaya alışmışlar; parasız oldumu görmüyorlar.
Andre Gide; çev. N.Aslan
Kültür ve Sanat
25 Haziran 2011 Cumartesi
Japon gelenek ve Görenekleri
Selamlaşmak (Ojigi)
Japonlar arasında el sıkışarak selamlaşmak çok nadir görülür, fakat yabancılar için Japonların el sıkmaları (oldukça acemice olsa da) normal bir olaydır.

Japonlar genelde selamlaşmak için ojigi (eğilerek yapılan Japon selamı) yaparlar. Ojigi dünyaca ünlü ve selam verirken, teşekkür ederken, ayrılırken veya özür dilerken kullanıldığından oldukça kullanışlıdır. "Günaydın" (Ohayou), "Merhaba" (Konnichiwa), "Teşekkür ederim" (Arigatou), "Allahaısmarladık-güle güle" (Sayonara) veya "Özür dilerim-Pardon" (Sumimasen) derken yapılır. Ojigi'de hafif bir baş eğmesinden, tüm vücudu 90 derece eğmeye varan değişik teknikler vardır. Eğer selamlaşma tatami üzerinde yapılıyorsa ojigi'den önce diz çömülür ve öyle yapılır.Esas olarak karşınızdaki sizden daha üst biri ise daha içten ve uzun yapılır. Buna rağmen, Japonlar yabancılardan uygun selam kuralları beklemediğinden dolayı hafif bir baş eğmek şeklinde selamlamanız yeterli olacaktır. Bu baş eğerek selamlama beceriksizce yapılan bir ojigi girişimi ile karşılaştırıldığında daha yerinde olur.
Japonlar arasında el sıkışarak selamlaşmak çok nadir görülür, fakat yabancılar için Japonların el sıkmaları (oldukça acemice olsa da) normal bir olaydır.
Japon Kıyafetleri
Kimono
Kimonoların birçok çeşidi bulunmaktadır, mevsimsel sezonluk kimonolar, bayanların törenlerde giydiği özel kimonolar, erkekler için dikilen kimonolar gibi.
Nara döneminde (710~94), kosode (küçük kol) olarak adlandırılan giysi, Kimono olan gerçek adını 18. yy'da almıştır. Halen kullanılan kimonolar, Japonya'yı ziyarete gelen turistlerin de ilgisini çekmekte ve kısa süreli de olsa ziyaretçiler Kimono gerçek anlamda giyme fırsatı bulmaktadırlar.
Kadınlar Kimonolarını özellikle geleneksel çay ve ikebana törenlerinde giyerler. Genç kızlar ise furisode olarak adlandırılan çok renkli kolları diğer kimonolara göre daha uzun, parlak Obi (kemer) i olan kimonoları giymektedir. Fabrikalarda üretilen ve basit geometrik şekillere sahip, günlük hayat içerisinde sık kullanılan kimonolara, Edo komon ismi verilmiştir. Düğün ve özel törenlerde ise, tam tersi özel olarak tasarlanan, müthiş görünüme sahip kimonolar tercih edilmektedir. Bunlardan biri de shiromuku'dur , çok kalın kumaşlı, özel işlemeleri bulunan, saç tokası mevcut, geline özel beyaz renktedir. Damat adayı ise üzerinde ailesine ait işareti bulunduran ve habutae ipeğinden özel üretilmiş kimonoyu taşımaktadır. Son zamanlarda düğünlerde damatların batı tarzında da giyindikleri görülmektedir. Ölüm törenlerinde hem erkekler hem bayanlar siyah kimono giyerler.
yuki - kolSözlük anlamı "Giysi" anlamına gelen Kimono Japonya'ya özgü en geleneksel öğelerden biridir. Batı'da tahta kalıplarla basılan Ukiyo-e resimlerinin popülerliği aynı zamanda kimonolara olan ilgiyi de hat safhaya ulaştırmıştır.
Kimonoların birçok çeşidi bulunmaktadır, mevsimsel sezonluk kimonolar, bayanların törenlerde giydiği özel kimonolar, erkekler için dikilen kimonolar gibi.
Nara döneminde (710~94), kosode (küçük kol) olarak adlandırılan giysi, Kimono olan gerçek adını 18. yy'da almıştır. Halen kullanılan kimonolar, Japonya'yı ziyarete gelen turistlerin de ilgisini çekmekte ve kısa süreli de olsa ziyaretçiler Kimono gerçek anlamda giyme fırsatı bulmaktadırlar.
Kadınlar Kimonolarını özellikle geleneksel çay ve ikebana törenlerinde giyerler. Genç kızlar ise furisode olarak adlandırılan çok renkli kolları diğer kimonolara göre daha uzun, parlak Obi (kemer) i olan kimonoları giymektedir. Fabrikalarda üretilen ve basit geometrik şekillere sahip, günlük hayat içerisinde sık kullanılan kimonolara, Edo komon ismi verilmiştir. Düğün ve özel törenlerde ise, tam tersi özel olarak tasarlanan, müthiş görünüme sahip kimonolar tercih edilmektedir. Bunlardan biri de shiromuku'dur , çok kalın kumaşlı, özel işlemeleri bulunan, saç tokası mevcut, geline özel beyaz renktedir. Damat adayı ise üzerinde ailesine ait işareti bulunduran ve habutae ipeğinden özel üretilmiş kimonoyu taşımaktadır. Son zamanlarda düğünlerde damatların batı tarzında da giyindikleri görülmektedir. Ölüm törenlerinde hem erkekler hem bayanlar siyah kimono giyerler.
ushiromigoro - Arka ana bölge
uraeri - iç yaka
doura - üst astar
sodetsuke - Omuz dikiş yeri
fuki - ön kıvırım
sode - kol bölgesi
okumi - yaka altı
miyatsukuchi - Kol altı açık bölge
sodeguchi - kol açıklığı
tamoto - kol cebi
maemigoro - ana ön bölüm
furi - Kol altı uzun parça
tomoeri - yaka
eri - yaka
susomawashi - alt astar
Geleneksel olarak kimono giyim teknikleri annelerden kızlarına aktarılır, fakat günümüzde bu teknikleri öğreten okullara rastlanmaktadır. Özel ipekten, yünden veya sentetikten üretilen kimonolar kış aylarında giyilmektedir.
İlk önce beyaz çoraplar olan tabi ler giyilir; daha sonra kimononun alt kısmını oluşturan yelek ve etek giyilir,daha sonra kimononun altındakileri tutmaya yarayan nagajuban (bir çeşit iğne) ve datemaki kemeri bağlanır; son olarak kimono giyimi yapılır ve Obi ile bağlanır. En son olarak iseZori'ler ayağa giyilir, böylece kimono giyimi bitirilmiş olur.
Yukata
İnce, pamuklu yukata ise hem erkekler hem de bayanlar tarafından yaz ayları boyunca giyilmektedir. (Diğer ülkelerde çoğunlukla Kimono adı altında satılan ürünler aslında Yukata'dır.)
Ayak GiyimiZouri ve Geta Japonya'da en sevilen geleneksel sandaletlerdir. Her ikisi de Y şeklinde bir bantla, ayak baş parmağı ve ikinci parmak sokularak giyilir.
Japonların geleneksel çorabıdır.Baş parmak ve dört parmak şeklinde ayağa giyilir. Japon sandaletleri ile giymek için tasarlanmıştır.Geta
Setta
Zouri
Pokkuri
Tabi
Normal ayakkabıların altına da giyilen (beş pramak) çorabı. Özellikle parmak araları temas etmediğinden ayak için oldukça sağlıklıdır.Gohonyubi
Geyşalık Mesleği:
Japonya eğlence dünyasında çalışan diğer kadınlardan farklı olarak, Geyşa'lar mesleklerini ömür boyu sürdürebilirler. İyi bir Geyşa olmak için güzellik ve gençlikten çok, güzel sanatlara ve müziğe olan yetenek, tatlıdillilik ve müşteriyi iyi ağırlama gibi özellikler önemlidir. Bu yüzden ileri yaşlarda da Geyşa'lığı sürdürmek mümkündür. Mesleği bırakan Geyşa'lar genelde, bar ya da restoran açmak gibi, eski işleriyle bağlantılı işler yaparlar. Müşterileriyle evlenip işi bırakan Geyşa'lara da rastlanır.
Geleneksel Geyşa'lık mesleğinde her Geyşa'nın duygusal, cinsel ve ekonomik olarak ilişkide olduğu bir ''danna'' sı yani koruyucusu vardır. Ancak günümüzde koruyucuya sahip olmak ya da olmamak Geyşa'nın kararına kalmıştır.
AiLE HAYATI
Japonya'da gunumuzdeki aile yasami dunyanin diger yorelerine gore cok cok farkli degil. Ancak ozellikle ikinci dunya savasindan sonra baslayan ve gectigimiz yillara kadar sikca gorulen ve iletisim noksanliginin oldukca buyuk oranda goruldugu bir aile modelinden soz etmek mumkun. Disariya en az yansiyan meselelerden biri olmasina karsin, Japonya'nin bugunku en onemli iki uc sorunundan birisi aile hayati.
Genellikle babanin ekonomik sorumlulugu disinda cok fazla sorumlulugu yok. Geleneksel Japon yasaminda (basta bana bu konuda yardimci olan arkadaslar olmak uzere hicbir Japonu rencide etmek istemedigim icin istisnalar oldugunu, bugun belirli bir oranda degisimin yasandigini ve bu soylenenlerin hepsinin 'geleneksel japon yasami' icin gecerli oldugunu tekrar tekrar belirtmek isterim) babanin tamamen soyutlanmis, kendine ait bir hayati var. Gun boyu cok kati bir disiplin altinda calismis babanin isten cikinca arkadaslariyla bizdeki tabirle "iki tek atmasi", karaoke bar eglenceleri, kollu makinalarla oynanan bir cesit kumar olan "pachinko" ve bowlingten olusmus bir eglence kulturu bu iletisimsizligin en onemli nedeni.
Zaten genel anlamda japonlar icki ictiklerinde cok neseli, sicak kanli iken normal zamanlarda oldukca agresif gozukuyorlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde eve gelen baba hickimseyle konusmadan yatacak oldugu zamana kadar oturur, acsa yemek yer, yatar, sabah kalkar ve isine gider... Babanin evde oldugu zaman icindeki sure de dahil olmak uzere evdeki herseyden anne sorumludur. Baba kazandigi paranin tamamini anneye verir ve annenin kendisi icin uygun gordugu harcligi aldiktan sonra bir dahaki aybasina kadar aileyle ilgili hicbir sey yapmaz. Ancak anne de cocuklarin okullari, alisveris de dahil olmak uzere butun diger yorucu islerle ilgilenmek zorunda oldugundan bu yuku kaldiramaz.
Bunun dogal sonucu olarakta eve gec gelen, bazen gelmeyen cocuklar ve bunlarin yasadigi mutsuz, iletisimden uzak bir hayat... Ben de bu satirlari okudugunda sasirdiginiza emin oldugum sizler gibi sasirdim ve ozellikle kiz cozuklarinin gecenin gec saatlerine kadar disarda olmalarini nasil acikladiklarini sordugumda aldigim cevap "bunun hesabini kimse sormuyor ki!" oldu. Sozu gecen iletisimsizlik boyle birsey yani.
Boyle bir ortamda artik aile hayatinin hicbir cazibesinin kalmadigini, hicbir gencin evlenmek istemedigini, yasi 40'in ustunde olan yuzbinlerce bekar isnanin oldugunu, inanilmaz bir hizla dunyanin en yasli toplumu olma yolunda ilerlendigini ve bunlarin da bir ulke icin cok ciddi sorunlar oldugunu anlayan Japon devletinin cok ciddi calismalariyla, radyo ve tv'lerde unlu sanatcilara acikca "dunyada en onemli sey ailedir,aile kurun" mesaji verdirerek bu isin promosyonunu yapmasiyla, sevgi temasi islenen dizilerin tvlerde gosterilmesiyle ciddi bir degisimin yasandigi da muhakkaktir.
Ancak hala aile kurmak istemeyen genclerin azimsanmayacak sayilarda olmasi da dikkatten kacirilmamalidir. 2025 yilinda 120 milyon nufuslu olmasi beklenen ulkede 41 milyon kisinin 60 yasinin ustunde olacagi tahmin edildiginde durumun ne kadar acil bir sorun oldugu acikca ortaya cikmaktadir. Bugun icin yuzde 6 olan evlilik oraninin artirilmasi mevcut sorunun cozumu icin mutlaka yapilmasi gereken birseydir.
Televizyonun insan hayatindaki yerini almasiyla Japonya'da insanlari bu zamana kadar rahatsiz etmeyen bu iletisimsiz (Ama asla sagliksiz dememek gerektigi kanisindayim. Cunku sonucta kendi dusunce sistemimize gore baskalarinin dusunce sistemini elestirmeye hakkimiz yok herseyden once...) aile hayatinin artik tartisilmaya baslanmis olmasi da isin baska bir boyutu.
Son derece monoton gecen yasamda arkadaslariyla eglenebilen erkege nazaran kadinin hayati cok daha bunaltici. Oysa televizyonda seyredilen dizilerde, sinamadaki filmlerde surekli kadin icin fedakarlik yapan erkek hikayelerinin olmasi, ask hikayelerinin anlatilmasi ozellikle Japon kadininin disardan gelenlere karsi hayranlikla karisik gosterdigi ilginin en onemli nedeni bu...
JAPONYA'DA YASAM KULTURU
Bir Japon'un sizi evine davet etmesi cok buyuk bir olaydir, genellikle bizdeki gibi misafircilik yoktur, gorusmek isteyen aileler disarida bir restoranda gorusur. Nadiren bir Japon'un evine davetedildiyseniz bu sizin icin buyuk bir onurdur, ama sakin ayakkabilarinizla iceri girmeye kalkmayin, bir cuval inciriberbat edersiniz.
Japonya'da eve kimse pabucla girmez, zaten kapidan girince onunuzde cin seddi gibi bir terlik ordusu ile karsilasirsiniz.
Ev sahibi size cay ikram ettiyse, bu artik gitme vaktinizingeldigini gosterir, cayi icip hemen kalkmaniz lazimdir.
Genellikle genc kizlar evlenir evlenmez isi birakir ve evininhanimi olur. Yanlizca evin erkeginin kazanci ailenin gecimi icin yeterlidir. Hanimlar, cocuklari ve ev isleri ile ilgilenir, ailenin butun parasi hanimdadir, tum harcamalari hanimlar yapar, restoranlarda bile hanimlar ucreti oder.
Hanimlar arta kalanzamanlarinda spor yapar, arkadaslari ile disarida bulusur, magaza gezer. Gunduz saatlerinde cafelerde, restoranlarda 65-70 yasinaltinda erkek gormek imkansizdir, cunku erkekler gunduz saatlerinde istedir.
Bu sefer Istanbul'a geldigimde bir gunarkadaslarimla disarida bulustum, oturdugumuz surece ben saskin saskin, "aa erkekler var" diye ust uste farkinda olmadan soylendim,arkadaslarim sonunda "ne var bunda rahatsiz mi oldun" dediler.
Aslinda rahatsiz olmamistim ama gunduz saatinde erkeklerin is harici bir yerde olmalari bana cok acayip gelmisti.
Japonya'da kimse kimseye karismaz, isterseniz en olmadik birkiyafeti giyin ve ortada dolasin. Yanlizca caktirmadan bir kere bakarlarve kafalarini cevirirler.
Gozunu dikip bakmak cok ayiptir, bu nedenle trenlerde uyumasalarbile herkes gozunu kapatir, uyuyor gibi davranir. En kalabaliktrende bile kimse sizi rahatsiz etmez, hirsizlik olayi yoktur.
Bir hanim gece cok saatte bile yanliz basina dolasabilir, ickiicmeye veya yemek yemege bir yere gidebilir kimse rahatsiz etmez.
Bisikletinize biraktiginiz bir canta aksama kadar kimse ellemedenayni yerinde durur.
Japonlar ruzgar sorfu yapanlar haric denize girmeyi fazla sevmezama kaplicalar onlar icin en buyuk zevk kaynagidir. Volkanik daglar cok oldugu icin, hemen hemen her yerde kaplicalar vardir.
Japonlar yanliz dus almaz, her gece evde bizdekilerden daha derinolan ozel kuvetleri su ile doldurulur ve butun aile tek tek bu suya girip keyifyaparlar.
Kisin bizdeki gibi evlerde butun odalar isitilmaz, evler kucukoldugu ve fazla pahali olmadigi halde bunu israf sayarlar, yanliz oturduklari odayi isitirlar.
Is yeri evin erkegi ve aile icin herseydir, hanimlar eslerinin enverimli sekilde calisabilmesi icin ellerinden geleni yapar, erkegin isten gec gelmesi hicbir zaman problem edilmez.
Kari koca arasindaki en buyuk kavga belki kapiyi biraz kuvvetlikapatmak seklinde olur. Sozle kavga yoktur. Toplum hayatinda sozden ziyade,bakislarla kizginlik anlatilir. Evde de is yerinde de bu boyledir. Fazlakonusulmaz ama hareket ve bakislar herseyi ifade eder. Is yerinde birtoplantida konusanlar genellikle genclerdir, yuksek rutbeliler yanlizcadinler ve sonunda karar verir.
Torpil diye birsey yoktur, yasi ve tecrubesi ustun olanileridedir hep. (benim en cok bu dikaktimi cekti hatta hadi canim burada torpil gecmezsozlerini iyi biliriz biz diyesim bile geldi. kisaca inanamadim )
Tokalasma, sarilma, opusme yoktur. Hafifce egilerek selam verilir. El temasi yoktur. Bir cocugun bile basini severseniz size cok kizar, bu onu asagilamak demektir.
Kadinlar maddi olarak cok kuvvetli olduklari halde eslerine karsicok saygilidir.
Kadinin ve erkegin arkadaslari farkli olabilir, bizideki gibi karikoca beraber toplantilara gidecek diye bir olay yoktur, cunku birinin sevipdigerinin sevmedigi bir insanla, ikisinin de gorusmesine neden yoktur.
Esler arasinda hurriyet oldukca fazladir. Evin kadini gecearkadaslari ile bulusmaya esi olmadan gidip, istedigi saatte donebilir.
Saygi herseydir, evde, iste, toplumda herkes birbirine saygilidir,ulkesine saygilidir. Elbiselerinden kopan bir ip parcasini bile yere atmazlar, baskalarinin haklari kendi haklarindan once gelir.
Grup psikolojisi ile yasarlar, bu yuzden hic yanliz degillerdir.
24 Haziran 2011 Cuma
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
HERŞEY DÜŞÜNCEDE BAŞLAR
Psikojenez: Herşey düşüncede başlar. Bütün herşey düşüncede oluşturulur ve düşüncenin yapıcı sürecinin ürünü olarak gelişir.
Düşünce sonsuzdur: Herşey düşüncenin ürünüdür. Düşünme sonsuzdur.
İnsana hakimiyet verilmiştir: İnsan, evrensel akılla birlikte kendi hayatını kendi oluşturur.
Düşünce hem yönetici hem üreticidir: İnsanda iki görünümlü tek bir akıl vardır. Erkek yönetici, dişi yapıcı düşünceyi kullanır.
İnsan onurlandırılmıştır: İnsana hayatına hükmetme fırsatı ve sonsuz kaynakları kullanma fırsatı verilerek onurlandırılmıştır.
Düşünce: Düşündüğüm şeyler zamanla gerçeğe dönüyorsa sadece gerçekleşmesini istediğim şeyleri düşünmeliyim.
KENDİNİ YÖNETMENİN YOLU
Bilinçaltı: Bedenin fonksiyonunun otomatik olarak yürümesini sağlar. İster uyanık ister uyur vaziyette büyük istem dışı hayat sürer.
Bilinçaltı koyulan kurala göre hareket eder: Bilinç emirleri verir ve bilinçaltı da bunu uygular.
Gönüllü hizmetkar: Her emir, her önerme her inanç bilinçaltına kaydolur. Hatta dikkat etmediğimiz şeyler bile kaydedilir, gerektiğinde ortaya çıkar.
Yasalarımızı kendimiz yaparız: Cereyanda kaldım, öyleyse hasta olacağım. Bilinçaltı bunu kaydeder ve bunu diyen hasta olur. Hastalığın sebebi cereyanda kalmak değil cereyanda kalınca hasta olacağına inanmaktır.
Birçok insan kendi kendisini hipnoz eder: İnsanlar gereksiz sınırlamalar yaparak kendilerini hipnotize ederler. Kuralları insan koyar, bilinçaltı da uygular.
Sınırları kaldırma: İnsanlar kendileri için kural ve yasalar koyar, sonrada bunların esiri olup mutsuz olurlar. Düşüncenin değişimi hayatı da değiştirir. İnancınızı değiştirin hayatınız değişsin.
Kendini yönetme: Düşüncelerimi seçme hakkım var. Başkalarının benim hakkım-daki düşünceleri beni bağlamaz. İyilikleri düşünüyorum, iyilikler de beni seçiyor. Korku ve nefret düşüncelerimde yok.
İSTE VE SAHİP OL
Dualarınıza dikkat edin, gerçekleşebilir. Aklınızdan geçen herşey ergeç ortaya çıkar. Kendimizi ne ile ve nasıl tanımlarsak öyle olmaya meylederiz. Düşündüğümüz şey yavaş yavaş bilinçaltında kalıplaşır ve gerçek bir deneyimle kendini gösterir.
Hayat yasalarla yönetilir: Bilinçli olarak düşünülen her düşünce, bilinçaltını etkiler ve bu etki düşüncedeki güç ve arzunun derecesine bağlı oluşarak eyleme dönüşür.
Olumsuz düşüncenin sonucu: Bilinçaltına yanlış emir vermelerle insanlar zor durumda kalır. Renkli mendil gördüğünde burnu şişeceğini düşünen insanın renkli mendil gördüğünde burnu şişer.
Kendini yönetme: Geçmişi siliyorum, gelecek ise benim seçimimi bekliyor. Geçmişteki hatalarımdan dolayı kendimi bağışlıyorum. Geçmişi unutup yeni bir hayata başlıyorum. İstediğim herşeyin olacağına inanıyorum.
KENDİNİZ OLMA CESARETİNİ GÖSTERİN
Hergün tek bir kendini reddetme düşüncesine dahi yer vermeden bir saat için olduğunuz gibi kabul edin kendinizi. Gerçekten kendinizi biliyorsanız bunu yapabilirsiniz.
İnsan kendini küçümseme eğilimindedir: İnsan bilinçli olarak düşünebildiği güvenle beklediği ve mümkün olduğuna inandığı herşeyi yapabilir. Evren sınır koymaz; biz inançlarımızla sınırlarız kendimizi.
Gerçek benliğini keşfetmek: Yıllardır kafamızda olan ve gerçek benliğin ortaya çıkmasını engelleyen korku dolu olumsuz düşüncelerden kurtulmamız gerekir.
Asla yalnız değilsiniz: Gerçek sevgi korkuyu defeder. Ben’i sevmek içimizdeki gücün bizim vasıtamızla herşeyi yapabileceğini idrak etmektir.
Taklit intihardır: İnsan mükemmel olmak için başkalarını taklit etmek zorunda değildir. Hiç hata yapmayan kişiler hiçbir şey yapmayanlardır.
En büyük arzu: En çok istediğimiz şey nedir. İnanın ve sahip olun. Düşüncenizi bunda yoğunlaştırın.
Düşünce: Düşünmek, düşünceyi kendi algılamamız ölçüsünde kullanmak demektir.
İstediğimize sahip olmak: Bilinçaltı herşeyi bilendir ve o kadar duyarlıdır ki her istediğimize cevap verir. Ona ilettiğiniz her düşünceyi tatbik eder.
Hakimiyeti ele geçirmek: Bilinçaltına düşüncenin toprağı denir. Bildiği verilen tohum düşüncelerine cevap vermektir. Her türlü hastalık bilinçaltının çalışma sistemini anlayamamamızdan kaynaklanır.
AMAÇLARA ULAŞMAK İÇİN BEŞ İLKE
Kendiniz için ideal imajı belirleyin: Düşündüğünüz, inandığınız ve güvenle beklediğiniz şeye mutlaka ulaşırsınız. İnanmışsanız hiçbir şey imkansız değildir.
Amaçlarınıza sınır koymayın: Amaçlarınızı yalnızca kendiniz yargılayabilirsiniz. Bu yargılamadan kaçının, çünkü kendinizi sınırlarsınız. İnsanın kendini küçümseme eğilimi vardır. İnsan olabileceğinin ötesini amaçlamalıdır.
Çalışmadan inanmak işe yaramaz: Çalışmadan amaçlara ulaşmak mümkün olmadığı gibi üretkenlikten uzaklaştırır. İnanç çalışmakla kusursuzlaşır.
Düşüncelerinizi kendinize saklayın: Zihinsel imajınızı kendinize saklayın, gerekeni yapın ve bekleyin. Kimseye birşey söylemeyin. Aldığınız tepkilerle bir o yana bir bu yana savrulmayın.
Hedeften ayrılmayın: Dikkatinizi amacınız üzerinde yoğunlaştırırsanız, bilinçaltınız ayrıntıları halleder. Hayalinizi zihinsel olarak bitirin ve gerekeni tamamlayarak bekleyin. İnandığınız ölçüde sahip olursunuz.
Amaçlarınızın envanterini tutunuz: İnsan gün boyunca düşündüklerinin toplamıdır.
Kendini yönetme: Amaçlarınızı yazın. Onları gerçekten istiyor musunuz. Amaçlarınızı benimseyin. Amaçlarınızın dünyada yaşadığını hayal edin.
SINIRSIZ FİKİR KAYNAĞINI KULLANMA
Gerçek anlamda başarıya ulaşanlar sezgilerinin sesini dinlemeyi öğrenip onu izleyenlerdir.
Sezgiye güvenme: Sevgi küçük beşeri ben’imizi oradan çıkardığımız zaman ortaya çıkan yüce ilhamdır.
Fikirler hiç umulmadık anda çıkar: Fikirler mücadeleden vazgeçtikten, yarı uykudayken ya da hayal kurarken ortaya çıkmaktadır.
Yapıcı olma:
a)Düşünceleri bir noktada yoğunlaştırın. Hangi yöne gideceğinizi iyi belirleyin ve her seferinde tek bir fikri içeri alın.
b)Derinlemesine düşünmek aceleye gelmez. İyi sonuç almak için projenizi bilinçaltınıza tam anlamıyla yerleştiriniz.
c)Fikirler geldiğinde yakalamaya hazır olun, hemen not edin.
d)Şimdi fikirlerinizi kullanmaya hazırsınız. Fikirleri eleyerek doğruları kaydedin.
Kendini yönetme: Ben de evrenin sırlarına ulaşabilirim, sonsuz bir kaynakla ilişkideyim.
YAPICI İMGELEMENİN GÜCÜ
Dikkatimizi yoğunlaştırdığımız şeyi yaparız. Yapmamız gereken bu yasayı bilmek ve etkin bir biçimde kullanmaktır.
İmgeleme bizden önde gider: Arzuladığın ve dua ettiğin ne olursa olsun inan ve senin olsun.
İçimizdeki yaşama yansır: İnsan uyum içinde yaşamaya gayret eder. İnsanlığın ve kendilerinin zararına gibi görünüyorsa bile o anda kendileri için en iyi olduğuna inanırlar.
Yapıcı imgeleme nasıl kullanılır: Dua ettiğimiz zaman kendimizi kaybetme ihtimalinden uzak tutar. Dua ettiğimizde buna ulaşacağımızı bilir ve O’na yöneliriz. Yapıcı imgeleme ısrarla kullanılırsa fikrin olduğu her yerde başarı da vardır.
İnsan düşündüğü gibidir: Bugünkü düşünce yapımız yarınlarımızı hazırlamaktadır Kendimize acımaktan vazgeçmeliyiz. Kendinizle ilgili inançlarınız emin olun yaşayacaklarınızı tayin eder. Hayaliniz bırakın yukarıları gezsin.
Kendini yönetme: Kendimi harika hissediyorum. Yaptığımı iyi yaparım ve iyi sonuç alırım. deneyimlerimi harika insanlarla paylaşırım. İhtiyaç duyduklarım bana gelir. Bütün düşlerim harika bir biçimde gerçekleşir.
KENDİNE GÜVEN NASIL SAĞLANIR
Utangaçlığı yenmek: Dikkatler bir kişi üzerinde yoğunlaştırıldığında o kişi huzursuz olur. Yoğun ilgi dikkat ve cesareti kırar. Korkuyu bırakıp rahat ve dengeli davranmalıdır.
Güven ve kibir: Güven hayat hakkında güven duygusudur. Kibir ise sahip olmadığı güven duygusunun varlığını başkalarına ispatlamaya çalışmaktır.
Başarısızlık korkusu: Kendine güveni başarısızlık korkusu bozar. Başarılı olacağına inanma başarıyı getirir.
Alaya alınma korkusu: Hayat boyunca komik duruma düşünce kızarıp kekeleriz.
Reddedilme korkusu: Bazı insanlar arkadaş sahibi olmaktan korkar. Reddedilmekten korktuğu için yalnız yaşamayı tercih eder.
Onaylanmama korkusu: Kekemelik genelde aile tarafından istenen mükemmelliğin sonucudur, onaylanmama korkusunun bir sonucudur.
Kötü sonuçla karşılaşma korkusu: Kötü sonuçla karşılaşma ve bunun üstesinden gelememe korkusu yüzünden insanlar riskli işlere girip büyüyemezler.
Neye güveniyoruz: Güvensizlik herşeyin sınırlı insan benliğine bağlı olduğuna inanmaktan kaynaklanır. Kendi gücümüz ve zekamız mücadele etmek için yeterli değildir. Tüm güç ve zekanın sahibi olan Allah’a (cc) gitmeliyiz.
Güven kazanmanın yolu: Herşeyin, içimizden geldiğine inanmalıyız. Güç ve erdem Allah’ındır (cc).
Korkuyu yenmek: Allah (cc) sevgisi korkuyu safdışı bırakır. İçimizdeki güç ve zekaya inanırsak herşeyi hallederiz.
Meditasyon: Günde en az 15 dakikamızı Allah’ın (cc) büyüklüğünü ve yerini düşünmekle meditasyona ayırmalıyız. Doğru yolu göstermesi için içinize dönün.
Kendini yönetme: Başarsızlıktan korkmuyorum. İçimden gelen sese inanıyor ve güveniyorum. Hayatı neşe ve sevgi olarak görüyorum. Nerede olursam olayım Allah’a (cc) güveniyorum.
KARAR VERMEK
Düşüncelerine hakim olamayanlar davranışlarına da hakim olamazlar.
Kesin karar: Karar vermeyen ilerleyemez. Kararsızlık olursa bilinçaltı karmaşaya düşer. Biz çoğu açıları kendimiz seçeriz.
Kararsızlıktan kurtulma: Kağıt kalemle değişik ihtimalleri ve sonuçlarını yazın. Yatmadan önce bilinçaltına soru yöneltin ve sabaha cevabını bekleyin. Hayat durmadan değişiyor. Bu yüzden esnek olun. Yaşadıklarımız inandıklarımızın sonucudur.
Kendini yönetme: Ben kararlı bir insanım. İçimdeki mükemmeli kullanmak için aklımı kullanmalıyım.
HUZUR
Düşündüğünüz, inandığınız güvenle beklediğiniz herşey mutlaka gerçekleşir. Gerçek huzur hayatın bolluğunu farketmektir.
Huzurun beş şartı:
a)Allah (cc) sevgisi şarta bağlı değildir.
b)Kendi kendimize koyduğumuz sınırları kaldırmalıyız.
c)Her insan sonsuzluğu kendi sözleriyle birleştirir.
d)Düşünüp inandığımız herşey gerçekleşir.
e)Verdiğimiz ölçüde hayattan alırız.
Yeniden başlama: Kendi yanlış düşüncelerimiz haricinde hiçbir şey bizi bağlamaz. İnançlarımızı değiştirmeliyiz.
Para: Kötü olan para değil parayı çok sevmek, onu bütün iyiliklerin önünde tutmaktır. Cimrilik veya fakirlik bir erdem değildir.
Ekonomi: Ekonomik sistemi yermek bize birşey kazandırmaz. Cimriler zenginleşiyor gibi görünseler de sevgiyi bulana dek fakirdirler.
İyi olanı seçme: Kendimizi neye bağlarsak ne olduğumuzu düşünürsek öyle oluruz.
Gerçek zenginlik: Asıl zenginlik ruhsaldır. Tüm iyiliğin kaynağının varlığından haberdar olma insanı zengin kılar.
Kendini yönetme: Ben zenginim. Sınırsız kaynak ihtiyacımı veriyor. Doğru zamanda doğru karar veririm.
IŞLER KÖTÜ GİDİNCE
Her zaman bir çıkış yolu vardır: Mücadeleyi göze almak ve ne olduğu değil nasıl tepki gösterdiğiniz önemlidir. Biz kaderimizin efendisiyiz.
Tüm yaşam bizim hizmetimizde: Hayat toprağına ekilen her düşünce tohumu düşüncenin çeşidine göre meyve verir. Her şey kendi türünü tekrar üretir.
Yanlış imajı değiştirmeli: Sahip olduğumuz imajdan hoşlanmıyorsak onu hemen değiştirmeliyiz.
Düşünce maddeye hakimdir: İçerdeki neyse dışarıdaki de öyledir.
Büyük düşünme: Başımıza iyilikler geleceğine inanırsak gerçektende küçük iyilikler yaşarız. Çünkü kendimiz için kabullendiğimizi deneyimleriz. İşleri ters gittimi içimizde çevremizde heryerde mevcut güce inanmak gerekir.
Kendini yönetme: Tüm hayat hizmetinde her problemin bir çözümü var. Hiçbir şey beni yenemez.
Kendini yönetme: Tüm hayat hizmetinde her problemin bir çözümü var. Hiçbir şey beni yenemez.
ZAMANIN EFENDİSİ
Zaman insanin sonsuzluk ölçüsüdür. Bilinçaltına kalkacağınız zamanı yükleyin o saatte sizi uyandırır.
Hipnotize ve zaman: Bir işi belli bir saatte bitireceğine inanan bir kişi er geç o işi o saatte bitirir.
Sonsuz: Bilinçaltı geçmiş ve gelecek diye birşey bilmez. Hep şimdiki zamanda çalışır.
Kendini yönetme: Kendimi zamanın bağlarından
kurtarıyorum. Sonsuzluğu arzuluyor ve ulaşacağıma inanıyorum.
İYİ BİR BELLEK İÇİN
1)Dinle, doğru yazılışını gözlerinde canlandır. Kötü bellek dikkatsizlikten olur.
2)Öğrenme fikirleri birleştirmeye bağlıdır.
3)Belleğinize güvenin.
4)Kesin sonuçlar içi kesin direktif vermeliyiz.
Dikkat et: Dikkat iyi bir belleği getirir. Dur bak ve dinle. Fikirleri birleştirerek hatırlamaya çalışın. Geçmişi bellekten silmek mümkün değildir.
Bilinçaltınıza güvenin: Doğru hatırlama bilinçaltına güvene bağlıdır. Belleğe güven sonuç verir.
Yaşın önemi yok: Bellek yaşa bağlı değildir. Bilinçaltına hatırlama direktifi vermeli ve sonucu beklemeliyiz. Akıllı insan, konuşmak yerine hem kendisi hem de başkaları için faydalı olabilecek şahısların konuşturulmasını temin eden insandır.
Bilinçaltı: Bilinçaltı herşeyi çok ince olarak kaydeder. İhtiyaç zamanı ortaya çıkarır. Hatırlamak istediğimiz herşeyi hatırlarız.
Kendini yönetme: Hatırlamak için bilinçaltıma güveniyorum.
RAHATLAMA
Gergin yatarsanız gergin uyursunuz. Rahat bir uyku için önce gevşemeliyiz.
Neden rahatlamalıyız: Bütün hastalıklar stres kaynaklıdır. Gergin insan etkili çalışamaz. Dengeli insan hayattan korkmaz, hayatla uyuşmazlığı yoktur.
Zihinsel denge .Ne olursa olsun sakin ve dengeli olmak mümkündür.
Kendini yönetme: Kendimin rahat olduğunu hissettiğim zaman rahatlıyorum. Tamamen mükemmel ve bütün olarak gevşedim. Rahatladım.
YAŞAMAYA BAK
Büyük sorunlarımız olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan vazgeçelim. Düşünce biçiminizi değiştirin. Her güçlükten bir çıkış yolu vardır.
Endişe: En kötü ihtimali düşünürsek bu endişedir ve yıkıcıdır. Olumlu düşünce doğru eyleme geçiş yoludur. Endişe bulaşıcıdır. Herkese bulaşabilir.
Dört endişe:
1)Gelecekteki ihtiyaçlardan dolayı endişe.
2)Beden sağlığının yitirilmesi endişesi.
3)Zihin sağlığının yitirilmesi endişesi.
4)Yalnız kalma endişesi.
Endişeye son:
1)Allah’ın (cc) varlığına inanma.
2)Olumlu düşünmeye çalışmak.
3)Dua ettikten sonra olumlu tavır takınmak.
Gerekeni yap ve güce sahip ol .
Çözüm var: Her çeşit hastalık iyileşir; yeter ki buna inanın.
Kendini yönetme: Korkmuyorum. Gelecekteki ihtiyaçlarım için endişelenmiyorum.
KORKUYU YENME
Korku insanın en büyük düşmanıdır. Korkunun kendinden başka korkulacak bir tarafı yoktur. Korkuyla mantık yürütülmez. Korku bir duygudur. Gerçek bilindimi korku kalmaz. Korkular önyargıdan kaynaklanır.
Kendini yönetme: Korkacak hiçbir şey yok. Herşeyin üstesinden gelecek güçteyim. Güç içimde.
SİGARA
Bilinçaltı verdiğimiz emirleri harfiyen uygular. Biz emirleri veririz, bilinçaltı yerine getirir.
Başarı: İnsanlar sık sık başarısız olurlar. Çünkü gerçekten yapmak istemedikleri şeyleri yapmaya çalışırlar.
Pratik: Pratik her zaman mükemmelleştirmez ama otomatikleştirir.
Bilinçaltı emire karşılık verir: Sabah 06:00 ‘ da kalkmanız gerektiğinde inanın o saatte kalkarsınız.
UYKUSUZLUK
Uyumak için hap alınır. Güç hapın değil hapa duyulan inancındır.
Kendini yönetme: Uyanık kalmaktan korkmuyorum. Kavgacı düşüncelerden arınıyorum. Kafam rahat, huzurla dolu.
CESARET
Hayatta hiçbir şey bize karşı değil. Bu yüzden çaresizliğe yer yok. Dikkatimizi verdiğimiz şeyler büyür. Dikkati iyiye olumluya yöneltirsek yaşadıklarımız bunlar olur.
Kendini yönetme: Cesaretimi yitirmeyi istemiyorum. Doğru seçim için yönlendiriliyorum. İçimdeki kusursuz güce güveniyorum.
SÜREKLİ HUZUR
Prensiplerin zaferinden başka hiçbir şey size huzur getirmez. Dikkat huzur üzerinde yoğunlaştırıldığında kişi huzur için bir araç olur.
Kendini yönetme: Son derece huzurluyum. İyiliğin gücüne inanıyorum.
23 Haziran 2011 Perşembe
Uzay Haberleşme Sistemleri
Birkaç on yıldır, insanlar geriye baktıkları zaman, 1969 yılında Apollo uzay aracının aya inmesi dışında pek bir şey anımsamayacaklardır. Genel kamuoyu böyle olmasına karşın, eşzamanlı faaliyetlerden, sözgelimi gözlem uydularını kullananlar, uzaya harcadıkları her kuruşun karşılığını aldıklarını düşünmektedirler. Yine meteoroloji bilimi ile uğraşanlar, jeostasyoner meteoroloji uydularından aldıkları ve bizim her gün televizyonlarda gördüğümüz resimlerle bir devrim yaratabilmişlerdir. Bu sayılanlar, uzay çağını yaşadığımız günümüzde tabii ki çok önemli olaylardır, ancak, herhalde bunların arasında uydu haberleşmesi sokaktaki insan üzerinde en çok etkiyi yapan gelişme olsa gerektir. Uydu haberleşmesi, aynı zamanda ticari alanda da yıllık hacmi milyar dolarlar seviyesinde seyrederek gerçek teknoloji yaratan bir unsur olmuştur.
1945 sonbaharında, İngiliz Kraliyet Hv.K.K.lığı mühendisi ve İngiliz Gezegenler arası Kurumu üyesi Arthur C.CLARKE, Telsiz Dünyası dergisine, dünyanın üst yörüngelerinde insansız uydularla dünyanın her yerine TV yayını yapılabilmesi hakkında bir makale yazdı. Dünyanın her yerine TV yayını yapılabilmesinin aşağıdaki hedefleri vurgulanmıştı :
*TV yayınları, belki de diğer uydu sistemlerinin toplamından da fazla girdi yaratarak, uydu servislerinin ana finansman kaynağı olacaktır,
*TV, milli ve uluslar arası servis sağlayıcıları için her zaman birinci planda olacaktır,
*TV, kullanıcılar için de en kolay kullanılan servis olacaktır (ev anteni gibi),
*Uydudan TV yayını en ucuz ve etkili, yüksek kaliteli ve en çok insana ulaşan servis olacaktır,
CLARKE'ın buluşu aşağıdaki düşüncelere dayanıyordu :
Dünyanın üzerinde, ekvatorun tam üstünde36.000 km . civarında öyle bir yer bulunabilir ki, bu noktada uydu dünya ile aynı hızda dönecektir. Diğer bir deyişle, bu uzaklıkta uydu dünyanın üzerinde asılı duruyor gibi düşünebilir. Bu düşünceden yola çıkılarak, dünya 3 adet uydu ile bütünüyle kapsanabilir.
Uzay serüveni ise, Sovyetler Birliği’nin, 4 Ekim 1957’de Dünya’nın ilk yapay uydusu Sputnik-1’i (Rusça'da Uydu-1)uzaya göndermesiyle başladı. Sputnik-1, Dünya’dan224 km yukarıda bazı bilimsel deneyler yapmak için fırlatılmıştı. Yapay uydular geliştirilmeden önce, aydan yansıtma ile haberleşme (pasif uydu) çalışmaları kısmi olarak başarılı olmuş, daha sonra 1950'lerin sonuna doğru yapay uydular geliştirilmeye başlanmıştır. İlk uydu 1957'de SSCB tarafından uzaya gönderilmiştir. Bu uydu ilk aktif uyduydu ve 21 gün boyunca çalıştı. Ancak bu alçak yörüngeli bir uyduydu. Yeryüzünü her 90 dakikada bir dolaşıyordu. Dolayısı ile her 90 dakikada bir yeryüzündeki bir noktadan ancak 10 dakika kadar görülebiliyordu.
1958 yılının Kasım ayının ilk haftasında kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Uzay ve Sivil Havacılık Dairesi (National Aeronautics and Space Administration) kuruldu.
1958'de Score uydusu yörüngeye yerleştirildi. Bu uydu bir bant kayıt cihazı taşıyordu. Önce üzerinden geçtiği istasyonun yayınladığı mesajları kaydediyor, daha sonra alıcı istasyon üzerinde bunları gönderiyordu gerçek zamanlı haberleşmeye elverişli değildi.
1960 yılında, A.B.D. Federal Haberleşme Komisyonu (FCC) hemen işletmeye girecek biçimde bir bilimsel uydu sisteminin fırlatılması için ilk iznini verdi.
1960'larda ilk pasif uydulardan olan Echo atmosfere bırakılmıştır. Bu31 metre çapında aliminyum kaplı bir balondu.
Sputnik-1’in ardından, uzaya ilk insanlı uçuşu yine Sovyetler gerçekleştirdi. 1961 yılında Yuri Gagarin, Vostok-1 adlı kapsül ile, Dünya’nın etrafını 1 kez dolandı. Sovyetler’in bu önemli başarıları karşısında ABD, o zamanlar daha yeni filizlenen uzay yarışında öncülük şansını yitirmişti.
1962'de NASA Telstar uydusunu yörüngeye oturttu. Bu uydu yörüngesinin bir yarısında Amerika ile Avrupa'yı, diğer yarısında Amerika ile Japonya'yı görüyordu. Bu uydu az bir süre de olsa gerçek zamanlı haberleşme yapmaya müsaitti. Sürekli olarak sinyalin elde edilebilmesi, dolayısı ile gerçek zamanlı bir haberleşme yapabilmek ancak jeosenkron uydular ile mümkün olabilmiştir.
1963 yılında yeterli güçte roket motorlarının geliştirilmesi ile ilk jeosenkron uydu Syncom 2 NASA tarafından uzaya fırlatılmıştır. Bu uydu yeryüzünün yaklaşık %42 sini 24 saat esasına göre görebiliyordu. Ancak üç uydu atıldığı takdirde kutuplar hariç dünyanın tümünü kaplaması mümkün olabiliyordu.
1960'ların sonlarında, uydular çok güvenilir olmadığından, veri kullanımı da layıkıyla yapılamıyordu. Ancak, 3 eksenli sabit (dönmeyen) uyduların 1963 yılında icadı ile, veri kullanımı son derece cazip gelmeye başladı.
3 eksenli sabit uydular çok büyük bir ilerleme idi, çünkü, uyduya çok büyük güneş panellerinin ve çok yüksek kazançlı antenlerin takılması mümkün olduğundan, uydunun ömrü de birdenbire birkaç kat artırılabiliyordu.
1964 yılına kadar, AT&T firmasının 2 adet TELSTAR, 2 adet RELAY ve 2 adet SYNCOM uydusu orta yörüngede (yaklaşık5.600 km ) çalışıyordu.
Nisan 1965'de, COMSAT firmasının ilk uydusu EARLYBIRD, A.B.D. deki Cape Caneveral üssünden fırlatıldı. Böylelikle, küresel uydu haberleşme çağı da başlamış oldu. Uydu A.B.D. malı olmasına karşın, ortaklık tamamen küreseldi. Uydu fırlatıldığında, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde yer istasyonları çoktan hazırdı. Bu uluslar arası ortaklık 20 Ağustos 1964'te yeni bir organizasyon ortaya çıkardı : INTELSAT (Uluslar arası Haberleşme Uyduları Organizasyonu).
20 Haziran 1969’da Apollo-11 uçuşu ile ABD, Ay’a ilk kez insan indirmeyi başararak tarihe geçecek ve uzay araştırmaları alanında önemli adımların neredeyse tek odağı haline gelecekti.
1976'ın başında, ilk TV kanalı RCA firması tarafından A.B.D. üzerinde gerçekleştirildi.
Şubat 1976 tarihinde, mobil servisler için, kullanıcısı A.B.D.Dz.K.K.lığı olan ilk uydu olan MARISAT fırlatıldı.
1979 yılında, Birleşmiş Milletler Uluslar arası Denizcilik Organizasyonu INMARSAT'ın kuruluşunu onayladı. INMARSAT denizde haberleşme amacıyla kurulmasına karşın, bunun çok ötesine taşmıştır.
O tarihlerden bu yana, uzay araştırmaları ve uzaydan araştırmalar çok hızlı bir gelişim gösterdi; uzay teknolojilerinde ardı ardına devrimler yaşandı. Bir zamanlar yalnızca bilimsel merakın bir ürünü gibi görünen bu çalışmalar, bugün günlük yaşamın vazgeçilmez ögeleri haline geldi. Uzay araştırmalarında kullanılan ve gün geçtikçe daha da güçlenen teknik donanım ve artan bilgi birikimi de bu serüvende insanoğlunun en büyük yardımcısı. Gelecek yüzyılın araştırmacıları hiç kuşku yok ki, uzay araştırmaları üzerine yoğunlaşacaklar. Bu araştırmaların temelini oluşturan, disiplinlerarası yatay çalışmalar, projeler, çalışma ve düşünce sistemleri de bu doğrultuda gelişecek.
Bilimin tüm disiplinlerinin bir arada bulunmasını gerektiren uzay araştırmaları büyük organizasyonlarla yürütülüyor. Bunlar arasında en önemlisi hiç kuşkusuz Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi-NASA. Önemli adımlara imza atmayı ve bunu iyi bir reklamla dünyaya duyurmayı hep başarmış olan NASA, uzay serüvenlerinin "Baş Oyuncu"su! Sovyetler ise, her ne kadar uzay çalışmalarının başını çekmiş ve uzay yarışında adı ABD ile birlikte anılmış olsa da bugün bu alanda öncü rolü oynamaktan biraz uzak görünüyor.
Günümüzde uzay araştırmaları bu iki ülkeyle sınırlı değil artık. Japonya, Kanada gibi gelişmiş ülkelerin bireysel çalışmalarının yanı sıra, adını son yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir başka büyük organizasyon daha var: ESA. Uzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve görece daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da farklı bir ekolü temsil ediyor.
Uzay ortamı :
Uzay sınırsız ve çok boyutlu bir ortamdır. Askeri otoriteler, çoğu kez uzayı "yüksek yer" olarak tanımlar. Tarihsel olarak, bu yüksek yeri elinde tutan ve en etkili biçimde kullananlar, rakiplerinin karşısında çok büyük avantajlar elde etmişlerdir. Uzayın kullanımı askeri karar makamlarına muharebe alanı ile ilgili haberleşme, konum bilgisi, erken uyarı, meteoroloji, çevre koruma, gözlem ve hedef bulma gibi vazgeçilmez yetenekler kazandırmıştır.
Dünya atmosferi, uydunun yerleştirilebileceği en düşük yörüngeyi sınırlamaktadır. Fırlatılan uydular yörüngelerine ulaşabilmek için dünyanın atmosferini geçmek zorundadırlar. Bu nedenle, uydunun dairesel yörüngede bulunabileceği en yakın mesafe yaklaşık150 km .dir, ancak, uydu roketleri kullanılmadığı takdirde, bu yörüngede tutunamaz ve yeryüzüne düşer.
150 km . mesafe, uluslar arası bir anlaşma olmamasına karşın, genel olarak herkes tarafından uzayın başladığı mesafe olarak kabul edilmektedir.
1945 sonbaharında, İngiliz Kraliyet Hv.K.K.lığı mühendisi ve İngiliz Gezegenler arası Kurumu üyesi Arthur C.CLARKE, Telsiz Dünyası dergisine, dünyanın üst yörüngelerinde insansız uydularla dünyanın her yerine TV yayını yapılabilmesi hakkında bir makale yazdı. Dünyanın her yerine TV yayını yapılabilmesinin aşağıdaki hedefleri vurgulanmıştı :
*TV yayınları, belki de diğer uydu sistemlerinin toplamından da fazla girdi yaratarak, uydu servislerinin ana finansman kaynağı olacaktır,
*TV, milli ve uluslar arası servis sağlayıcıları için her zaman birinci planda olacaktır,
*TV, kullanıcılar için de en kolay kullanılan servis olacaktır (ev anteni gibi),
*Uydudan TV yayını en ucuz ve etkili, yüksek kaliteli ve en çok insana ulaşan servis olacaktır,
CLARKE'ın buluşu aşağıdaki düşüncelere dayanıyordu :
Dünyanın üzerinde, ekvatorun tam üstünde
Uzay serüveni ise, Sovyetler Birliği’nin, 4 Ekim 1957’de Dünya’nın ilk yapay uydusu Sputnik-1’i (Rusça'da Uydu-1)uzaya göndermesiyle başladı. Sputnik-1, Dünya’dan
1958 yılının Kasım ayının ilk haftasında kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Uzay ve Sivil Havacılık Dairesi (National Aeronautics and Space Administration) kuruldu.
1958'de Score uydusu yörüngeye yerleştirildi. Bu uydu bir bant kayıt cihazı taşıyordu. Önce üzerinden geçtiği istasyonun yayınladığı mesajları kaydediyor, daha sonra alıcı istasyon üzerinde bunları gönderiyordu gerçek zamanlı haberleşmeye elverişli değildi.
1960 yılında, A.B.D. Federal Haberleşme Komisyonu (FCC) hemen işletmeye girecek biçimde bir bilimsel uydu sisteminin fırlatılması için ilk iznini verdi.
1960'larda ilk pasif uydulardan olan Echo atmosfere bırakılmıştır. Bu
Sputnik-1’in ardından, uzaya ilk insanlı uçuşu yine Sovyetler gerçekleştirdi. 1961 yılında Yuri Gagarin, Vostok-1 adlı kapsül ile, Dünya’nın etrafını 1 kez dolandı. Sovyetler’in bu önemli başarıları karşısında ABD, o zamanlar daha yeni filizlenen uzay yarışında öncülük şansını yitirmişti.
1962'de NASA Telstar uydusunu yörüngeye oturttu. Bu uydu yörüngesinin bir yarısında Amerika ile Avrupa'yı, diğer yarısında Amerika ile Japonya'yı görüyordu. Bu uydu az bir süre de olsa gerçek zamanlı haberleşme yapmaya müsaitti. Sürekli olarak sinyalin elde edilebilmesi, dolayısı ile gerçek zamanlı bir haberleşme yapabilmek ancak jeosenkron uydular ile mümkün olabilmiştir.
1963 yılında yeterli güçte roket motorlarının geliştirilmesi ile ilk jeosenkron uydu Syncom 2 NASA tarafından uzaya fırlatılmıştır. Bu uydu yeryüzünün yaklaşık %42 sini 24 saat esasına göre görebiliyordu. Ancak üç uydu atıldığı takdirde kutuplar hariç dünyanın tümünü kaplaması mümkün olabiliyordu.
1960'ların sonlarında, uydular çok güvenilir olmadığından, veri kullanımı da layıkıyla yapılamıyordu. Ancak, 3 eksenli sabit (dönmeyen) uyduların 1963 yılında icadı ile, veri kullanımı son derece cazip gelmeye başladı.
3 eksenli sabit uydular çok büyük bir ilerleme idi, çünkü, uyduya çok büyük güneş panellerinin ve çok yüksek kazançlı antenlerin takılması mümkün olduğundan, uydunun ömrü de birdenbire birkaç kat artırılabiliyordu.
1964 yılına kadar, AT&T firmasının 2 adet TELSTAR, 2 adet RELAY ve 2 adet SYNCOM uydusu orta yörüngede (yaklaşık
Nisan 1965'de, COMSAT firmasının ilk uydusu EARLYBIRD, A.B.D. deki Cape Caneveral üssünden fırlatıldı. Böylelikle, küresel uydu haberleşme çağı da başlamış oldu. Uydu A.B.D. malı olmasına karşın, ortaklık tamamen küreseldi. Uydu fırlatıldığında, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde yer istasyonları çoktan hazırdı. Bu uluslar arası ortaklık 20 Ağustos 1964'te yeni bir organizasyon ortaya çıkardı : INTELSAT (Uluslar arası Haberleşme Uyduları Organizasyonu).
20 Haziran 1969’da Apollo-11 uçuşu ile ABD, Ay’a ilk kez insan indirmeyi başararak tarihe geçecek ve uzay araştırmaları alanında önemli adımların neredeyse tek odağı haline gelecekti.
1976'ın başında, ilk TV kanalı RCA firması tarafından A.B.D. üzerinde gerçekleştirildi.
Şubat 1976 tarihinde, mobil servisler için, kullanıcısı A.B.D.Dz.K.K.lığı olan ilk uydu olan MARISAT fırlatıldı.
1979 yılında, Birleşmiş Milletler Uluslar arası Denizcilik Organizasyonu INMARSAT'ın kuruluşunu onayladı. INMARSAT denizde haberleşme amacıyla kurulmasına karşın, bunun çok ötesine taşmıştır.
O tarihlerden bu yana, uzay araştırmaları ve uzaydan araştırmalar çok hızlı bir gelişim gösterdi; uzay teknolojilerinde ardı ardına devrimler yaşandı. Bir zamanlar yalnızca bilimsel merakın bir ürünü gibi görünen bu çalışmalar, bugün günlük yaşamın vazgeçilmez ögeleri haline geldi. Uzay araştırmalarında kullanılan ve gün geçtikçe daha da güçlenen teknik donanım ve artan bilgi birikimi de bu serüvende insanoğlunun en büyük yardımcısı. Gelecek yüzyılın araştırmacıları hiç kuşku yok ki, uzay araştırmaları üzerine yoğunlaşacaklar. Bu araştırmaların temelini oluşturan, disiplinlerarası yatay çalışmalar, projeler, çalışma ve düşünce sistemleri de bu doğrultuda gelişecek.
Bilimin tüm disiplinlerinin bir arada bulunmasını gerektiren uzay araştırmaları büyük organizasyonlarla yürütülüyor. Bunlar arasında en önemlisi hiç kuşkusuz Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi-NASA. Önemli adımlara imza atmayı ve bunu iyi bir reklamla dünyaya duyurmayı hep başarmış olan NASA, uzay serüvenlerinin "Baş Oyuncu"su! Sovyetler ise, her ne kadar uzay çalışmalarının başını çekmiş ve uzay yarışında adı ABD ile birlikte anılmış olsa da bugün bu alanda öncü rolü oynamaktan biraz uzak görünüyor.
Günümüzde uzay araştırmaları bu iki ülkeyle sınırlı değil artık. Japonya, Kanada gibi gelişmiş ülkelerin bireysel çalışmalarının yanı sıra, adını son yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir başka büyük organizasyon daha var: ESA. Uzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve görece daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da farklı bir ekolü temsil ediyor.
Uzay ortamı :
Uzay sınırsız ve çok boyutlu bir ortamdır. Askeri otoriteler, çoğu kez uzayı "yüksek yer" olarak tanımlar. Tarihsel olarak, bu yüksek yeri elinde tutan ve en etkili biçimde kullananlar, rakiplerinin karşısında çok büyük avantajlar elde etmişlerdir. Uzayın kullanımı askeri karar makamlarına muharebe alanı ile ilgili haberleşme, konum bilgisi, erken uyarı, meteoroloji, çevre koruma, gözlem ve hedef bulma gibi vazgeçilmez yetenekler kazandırmıştır.
Dünya atmosferi, uydunun yerleştirilebileceği en düşük yörüngeyi sınırlamaktadır. Fırlatılan uydular yörüngelerine ulaşabilmek için dünyanın atmosferini geçmek zorundadırlar. Bu nedenle, uydunun dairesel yörüngede bulunabileceği en yakın mesafe yaklaşık
22 Haziran 2011 Çarşamba
Severken Güvensizlik
Sevdiğin kadar yaşarsın bu hayatta. Hayata sadece sevdiğin zamanlarda dokunursun. Toplu iğne bile batınca farklı acıtır sen severken. Severken insan yaşamaktan başka bir tad alır. Sevmediğin zamanlarda sadece nefes alırsın. Sanki emanet bedenini seveceğin zamanlara taşımak ister gibi zaman öldürürsün. Günler geçsin istersin, ama günler neden geçer bilmezsin. Sevmek hayatı anlamlı kılar.
Sevmek zordur diken gibi, herkes sevilmez. Sevgi bir kapıyı çalmak için yanında iki kardeşini, saygıyı ve güveni görmek ister. Üçünün arkasında ise sevişmek vardır. Sevişmek hepsini birden iteler arkadan kapıya doğru. 4'ü birden bir araya gelince işte orda aşk olur. Aşk kapıyı çalmaz, kapıya yüklenir açmak için. Aşk o kadar nadir uğrarki, aşk kapıyı çalınca, dondurmaya bakan yaramaz çocuklar gibi yelkenlerini suya indirirsin. Genelde aşkı görünce yüklenmeyi beklemez kapı kendiliğinden açılır. Olaki kapı açılmazsa bir süre bu 4 birader bekleşir kapı eşiğinde. Hatta sahiplenir başkasını da sokmamaya çalışır.
Saygı ve güvensiz sevgi olamaz, onlarsız sadece ihtiyaçlarını giderirsin. Saygı olmadan sevilebilir ama ona aşk denmez. Öyle bir kardeşi vardırki sevginin o olmadan sevgi kapının yanından bile geçmez. O ortadan bir an bile kaybolsa ordan uzaklaşmak ister, kaçacak delik arar. Sevginin bu vazgeçilmez kardeşi güvendir. Sevmek için güvenmen gerekir. Güven suyudur, mineralidir sevginin. Sevginin büyümesi, dallarının uzaması, çiçeklerinin güzelleşmesi için güven olmazsa olmaz koşuldur. Aslında insan kendi rahatı için güvenir. Her zaman onla ve yanında olamazsın. Yaşama devam edebilmen için güvenmen gerekir.
Bazen sevgi, bazen güven önden gider. Sevginin önde gittiği zamanlarda, güvenebilmek için bahaneler uydurursun. Ufacık emarelerden bir dolu sonuç çıkarırsın. Güveni en olmadık yerlerde ve en olmadık zamanlarda hissedersin karşındakine.
Güvensizlik prangalar gibi ayaklarına asılır, engeller seni. İstesen de sevemezsin güven olmadan. İlişki 4 ayaklı masadır. Bu ayaklar sevgi, saygı, güven ve sevişmektir. Güven bacağı olmadan bu 4 ayaklı masa, yavaş yavaş ve acıyla çürür. Oysa diğer 3 ayakdan biri olmadan da masa ayakta durur. Hatta bir çok ilişkide, özellikle eski olanlarında genelde bu 3 ayaktan biri eksiktir.
Güven sadece 1 kez kaybedilir. 2. şansı hiçbir zaman vermez insana. Sonrasında güven duymayan hep acabalar içinde kalır. Her an nerede olduğunu ne yaptığını bilmek istersin güvenini yitirirsen. Sürekli yanında olmasını, ya da bir şey aklına gelince hemen sesini duymak istersin. Sanki yanında olunca ve sana bakarken sana ait olacak. En kötüsü ise ona ulaşmaya çalışırken ona ulaşamamaktır. İşte o zaman tüm zemberekler atar ve her türlü kötü ihtimal insanın aklına gelir. Onun yanına koşarak, uçarak gitmemek için kendini zor tutarsın. Gitsen ve herşeyin normal olduğunu görünce dahi güvenin artmaz. Bir sonraki kriz anını beklersin, artık zincir kopmuş güven kaybedilmiştir. Bir açığını yakalayana kadar rahat etmezsin. Bu kadar hayalini kurup hayatı zehir ettikten sonra eninde sonunda o açık yakalanır. Açık küçük olsa dahi haklı çıkabilmek için küçücük olay dramatize edilip büyütülür. "Ben demiştim" der güvenmeyen. Kişi kendi hazırladığı çukura düştüğünü ve o kadar zamanı başta kendine olmak üzere etrafındaki birçok kişiye nasıl zehir ettiğini çok sonraları anlayacaktır. En kötüsü severken ve ayrılamazken güveni kaybetmektir.
Hangisi daha kötü, güvenip sonradan nasıl çirkin bir oyun içinde olduğunun farkına varmak mı, yoksa güvenmeyip hayatı kendine zehir etmek mi. Sanırım ikincisi daha kötü. İlkinin acısı sadece bir kere ve sonunda.
Bu benim kaderim olsa gerek. Sevdiklerime bana yalan söyleyecekleri konusunda hep güvenmişimdir. Sağolsunlar beni hiç yalancı çıkarmadılar. Sanırım ben hazırlandığımı yaşıyorum.
Cenk Kaan ORNEK
Sevmek zordur diken gibi, herkes sevilmez. Sevgi bir kapıyı çalmak için yanında iki kardeşini, saygıyı ve güveni görmek ister. Üçünün arkasında ise sevişmek vardır. Sevişmek hepsini birden iteler arkadan kapıya doğru. 4'ü birden bir araya gelince işte orda aşk olur. Aşk kapıyı çalmaz, kapıya yüklenir açmak için. Aşk o kadar nadir uğrarki, aşk kapıyı çalınca, dondurmaya bakan yaramaz çocuklar gibi yelkenlerini suya indirirsin. Genelde aşkı görünce yüklenmeyi beklemez kapı kendiliğinden açılır. Olaki kapı açılmazsa bir süre bu 4 birader bekleşir kapı eşiğinde. Hatta sahiplenir başkasını da sokmamaya çalışır.
Saygı ve güvensiz sevgi olamaz, onlarsız sadece ihtiyaçlarını giderirsin. Saygı olmadan sevilebilir ama ona aşk denmez. Öyle bir kardeşi vardırki sevginin o olmadan sevgi kapının yanından bile geçmez. O ortadan bir an bile kaybolsa ordan uzaklaşmak ister, kaçacak delik arar. Sevginin bu vazgeçilmez kardeşi güvendir. Sevmek için güvenmen gerekir. Güven suyudur, mineralidir sevginin. Sevginin büyümesi, dallarının uzaması, çiçeklerinin güzelleşmesi için güven olmazsa olmaz koşuldur. Aslında insan kendi rahatı için güvenir. Her zaman onla ve yanında olamazsın. Yaşama devam edebilmen için güvenmen gerekir.
Bazen sevgi, bazen güven önden gider. Sevginin önde gittiği zamanlarda, güvenebilmek için bahaneler uydurursun. Ufacık emarelerden bir dolu sonuç çıkarırsın. Güveni en olmadık yerlerde ve en olmadık zamanlarda hissedersin karşındakine.
Güvensizlik prangalar gibi ayaklarına asılır, engeller seni. İstesen de sevemezsin güven olmadan. İlişki 4 ayaklı masadır. Bu ayaklar sevgi, saygı, güven ve sevişmektir. Güven bacağı olmadan bu 4 ayaklı masa, yavaş yavaş ve acıyla çürür. Oysa diğer 3 ayakdan biri olmadan da masa ayakta durur. Hatta bir çok ilişkide, özellikle eski olanlarında genelde bu 3 ayaktan biri eksiktir.
Güven sadece 1 kez kaybedilir. 2. şansı hiçbir zaman vermez insana. Sonrasında güven duymayan hep acabalar içinde kalır. Her an nerede olduğunu ne yaptığını bilmek istersin güvenini yitirirsen. Sürekli yanında olmasını, ya da bir şey aklına gelince hemen sesini duymak istersin. Sanki yanında olunca ve sana bakarken sana ait olacak. En kötüsü ise ona ulaşmaya çalışırken ona ulaşamamaktır. İşte o zaman tüm zemberekler atar ve her türlü kötü ihtimal insanın aklına gelir. Onun yanına koşarak, uçarak gitmemek için kendini zor tutarsın. Gitsen ve herşeyin normal olduğunu görünce dahi güvenin artmaz. Bir sonraki kriz anını beklersin, artık zincir kopmuş güven kaybedilmiştir. Bir açığını yakalayana kadar rahat etmezsin. Bu kadar hayalini kurup hayatı zehir ettikten sonra eninde sonunda o açık yakalanır. Açık küçük olsa dahi haklı çıkabilmek için küçücük olay dramatize edilip büyütülür. "Ben demiştim" der güvenmeyen. Kişi kendi hazırladığı çukura düştüğünü ve o kadar zamanı başta kendine olmak üzere etrafındaki birçok kişiye nasıl zehir ettiğini çok sonraları anlayacaktır. En kötüsü severken ve ayrılamazken güveni kaybetmektir.
Hangisi daha kötü, güvenip sonradan nasıl çirkin bir oyun içinde olduğunun farkına varmak mı, yoksa güvenmeyip hayatı kendine zehir etmek mi. Sanırım ikincisi daha kötü. İlkinin acısı sadece bir kere ve sonunda.
Bu benim kaderim olsa gerek. Sevdiklerime bana yalan söyleyecekleri konusunda hep güvenmişimdir. Sağolsunlar beni hiç yalancı çıkarmadılar. Sanırım ben hazırlandığımı yaşıyorum.
Cenk Kaan ORNEK
Unutulmayan Kitap Sözleri
Ne zaman bu şehirden kaçıp gitme isteği gelse, bir köşeye oturup geçmesini bekliyorum. Gidersem dönmem çünkü biliyorum...
Cemal Süreya
Gitmek istiyorsa, bırakacaksın gitsin. Aklı seninle olmayanın bedeni yanında olsun ister misin?
Can Yücel
Pişman değilim! Sadece dön bak arkana; ne için, nelerden vazgeçtin? Neler dururken, sen neyi seçtin.
Nazım Hikmet
Affedince yorulur insan, yalnız kaldığında birde. Ama insanı en çok yoran şey hayal kurmaktır, olmayacağını bildiği halde.
Cengiz Aytmatov
"Hoşcakal " derken,düşünmek gerekir. Neyi ? Hoşça kalabilecekmiyim bunca şeyin ardından...
Onur Toraman
Bu aralar ellerim hep üşür benim. Doktor "kansızlık" der, ben "sensizlik" derim.
Edip Cansever
"Keşke şöyle yapsaydım belki severdi" deme. O senin için ne yaptı da sevdin sanki? Akıl işi değil, gönül sevdimi gerisi bahane.
Cemal Süreya
Gözlerinin gün aydınlığında parlaması yanlış!Gözlerin gecenin karanlığında yıldızları kıskandırmaya yetecek kadar parlamalı...
Onur Toraman
Uğruna bir şeylerden vazgeçeceğin insanı bulmak kolay; ama hiçbir şeyden vazgeçmek zorunda kalmayacağın insanı bulmak asıl olay.
Can Yücel
Üç kez yüreğine üç kez dudaklarına sürmüşsün sevgini.
Niyet etmezsen ne fayda;
Cenabetsin bu aşkta.
Küçük İskender
Şimdi kanamalı bir regl sancısıdır yalnızlık ruhumda tutunan. Birkaç gün gecikse şüphe duyarım tanrının varlığından...
Küçük İskender
Duygusal sevişmelerimin korkak spermleriydi oysa aşk ! Ben sen olmadanda,sana tecavüzlerimle bağlandım.Çok sesli bir yatak gıcırdamasında bile vardı aşk ! Ben yattığım her kadını senin öğrencin sandım...
Onur Toraman
Ehl-i diller arasında aradım kıldım talep
Her hüner makbul imiş, illa edep, illa edep
Unutmayalım; edebini yitirmiş bir insan, toplum bünyesinde tehlikeli bir virüstür.
İskender Pala
Cemal Süreya
Gitmek istiyorsa, bırakacaksın gitsin. Aklı seninle olmayanın bedeni yanında olsun ister misin?
Can Yücel
Pişman değilim! Sadece dön bak arkana; ne için, nelerden vazgeçtin? Neler dururken, sen neyi seçtin.
Nazım Hikmet
Affedince yorulur insan, yalnız kaldığında birde. Ama insanı en çok yoran şey hayal kurmaktır, olmayacağını bildiği halde.
Cengiz Aytmatov
"Hoşcakal " derken,düşünmek gerekir. Neyi ? Hoşça kalabilecekmiyim bunca şeyin ardından...
Onur Toraman
Bu aralar ellerim hep üşür benim. Doktor "kansızlık" der, ben "sensizlik" derim.
Edip Cansever
"Keşke şöyle yapsaydım belki severdi" deme. O senin için ne yaptı da sevdin sanki? Akıl işi değil, gönül sevdimi gerisi bahane.
Cemal Süreya
Gözlerinin gün aydınlığında parlaması yanlış!Gözlerin gecenin karanlığında yıldızları kıskandırmaya yetecek kadar parlamalı...
Onur Toraman
Uğruna bir şeylerden vazgeçeceğin insanı bulmak kolay; ama hiçbir şeyden vazgeçmek zorunda kalmayacağın insanı bulmak asıl olay.
Can Yücel
Üç kez yüreğine üç kez dudaklarına sürmüşsün sevgini.
Niyet etmezsen ne fayda;
Cenabetsin bu aşkta.
Küçük İskender
Şimdi kanamalı bir regl sancısıdır yalnızlık ruhumda tutunan. Birkaç gün gecikse şüphe duyarım tanrının varlığından...
Küçük İskender
Duygusal sevişmelerimin korkak spermleriydi oysa aşk ! Ben sen olmadanda,sana tecavüzlerimle bağlandım.Çok sesli bir yatak gıcırdamasında bile vardı aşk ! Ben yattığım her kadını senin öğrencin sandım...
Onur Toraman
Ehl-i diller arasında aradım kıldım talep
Her hüner makbul imiş, illa edep, illa edep
Unutmayalım; edebini yitirmiş bir insan, toplum bünyesinde tehlikeli bir virüstür.
İskender Pala
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)